111

Türkiyenin En Büyük Video Tanıtım Sitesi

videocihan.com

http://www.videocihan.com/










SİTE YAPIM AŞAMASINDADIR

Bermeki (Müftüzadeler) lerle ilgili
Kaynaklar Toplandıkça bu sitede yayınlanacaktır ..


Ailenizin fotoğraflarını
Elinizdeki belgeleri
İstek ve önerilerinizi
Veya yanlışlık varsa

Düzeltme taleplerinizi
Aşağıdaki adrese gönderebilirsiniz



irtibat e-mail adresimiz
bermekiler@gmail.com






Bermekilerin Bingöl kolundan Yasin Bayanay Tarafından gönderilen Fotoğraf

222


222

333

333

444

444

1-BERMEKİLER

BERMEKİLER

Yazan; Veysi BEDİR

Bermekiler Afganistanlı olup İran a ordan da Irak’ın Bağdat şehrine göç etmişlerdir. Yahya Bermeki, Halid in oğlu olup, kendisininde Fazıl, Cafer, Musa ve Muhammed adında 4 oğlu vardı. Bermekeliler Yahyanın sayesinde rahat ve saltanatlı günler yaşadılar çünkü Yahya Bermeki Harun Reşid’in en kıdemli veziri idi. Yahya ihtiyarlayınca Harun Reşid den izin alıp Mekke’ye gider, orada bir müddet kalır.

Bu sırada yerine oğlu Fazılı tayin etti. Fakat Harun Reşid Cafer’in vezir olmasını isterdi, Caferi hepsinden çok severdi. Fazıl 2 yıl vezirlik mührünü taşıdı.

Cafer güzel yazıda ve konuşmada Fazıldan üstündü fakat Fazıl daha yaşlı olup tedbir ehli idi. 2 yıl sonunda Harun Reşid vezirlik mührünü Fazıldan alıp Cafer’e verdi. Bir Müddet sonra Caferden mührü geri alıp babaları Yahya’ya teslim edip özür diledi.

--Sen oğullarını benden iyi tanırsın mührü dilediğine ver. Dedi

Yahya’da bunun üzerine mührün kendisinde kalmasına karar verdi.

Yahya oğulları Harun Reşid’in yanında Arap ve Acem vezirlerden her daim mertebeleri yüksek tutulmuş hürmetli idiler.

Bermekilerin helak olmasına sebep olan 4 olay olmuştur.

1-BİRİNCİSİ : Bermekilerin vezirlik süreleri uzun bir müddet sürmüştü. Bu zaman zarfında bu durumlarını çekemeyen halkın sayısı gittikçe artmıştı.

2-İKİNCİSİ : Irak’ın bir şehri olan Hakka’da Ebu Rebi Muhammed b. Ebul Leys adında bir zat vardı, kendisi aynı zamanda yazardı. Yahya’dan incinmiş ve Harun Reşid’e şikayet etmişti. Şikayetinde

---Ya Emir’el Mümin’in Allah’a ne diyeceksin ki Yahya bin Halid’i ve oğullarını ve ehli beytini Müslümanların üzerine musallat kıldın. Diyerek ve daha başka birçok şeylerde anlatarak Harun Reşid’in gönlüne korku saldı.

Harun Reşid bir gün;

---Ya Yahya, Muhammed bin Ebul Leys hakkında ne düşünüyorsun.

Yahya bin Halid

---Ya Emirul Müminin o bir dinsiz ve münafıktır, halkı yazıları ve sözü ile aldatmıştır.

Bunun üzerine Harun Reşid bir şey demedi, fakat Bermekeliler hakkında bir araştırma yaptı.

3-ÜÇÜNCÜSÜ: Taberistan’da Yahya bin Abdullah el Ruseyni isyan etmişti, bu isyanı bastırmak için Harun Reşid Cafer’i görevlendirmişti. Cafer isyanı bastırır ve bu kişiyi yakalayıp hapse atar. Fakat bu zat Peygamber soyundan olup alim bir kişiydi Cafer bu zatın hapiste kalmasına gönlü razı olmayıp, Harun Reşid’den habersiz bu zatı serbest bırakır.

Harun Reşid te bir müddet sonra olaydan haberdar olup Cafer’i çağırır

Harun Reşid;

---Yahya bin Abdullah’ın işi ne oldu. Diye sorar

Cafer;

---Zindan da, Hapse attım. Der.

4-DÖRDÜNCÜSÜ; Harun Reşid’in Abbase Sultan adında kız kardeşi vardı. Harun Reşid çoğu zamanlar toplantılarına Abbase’yi de katar işlerini ona sorardı. Cafer bir kadının katıldığı toplantıya katılmak istemiyordu. Harun Reşid olayın farkına varıp, Cafere;

---Senin toplantılara Abbase’nin yüzünden katılmadığını biliyorum buna bir son vermek için Abbase yi sana 2 şartla nikahlayacağım. Birincisi; Benim meclisimden başka hiçbir yerde Abbase ile görüşmeyeceksin. İkincisi; Ten’in onun Teni’ne değmeyecek.

Fakat bir müddet sonra Cafer ve Abbase bir araya gelir Abbase hamile kalır ve bir oğlan çocuğu Dünya’ya getirir, çocuğu Harun Reşid’den gizlemek için Cariyesiyle Mekke’ye gönderir. Daha sonra cariye ile Abbase’nin arası açılır cariye, çocuğun haberini Harun Reşid’e iletir. Harun Reşid’in Bermekelilere olan kini iyice artar ve çocuğu öldürmeye karar verir. Fakat çocuğun ne günahı var diye düşünerek öldürmekten vazgeçer.

Bütün bu olaylardan sonra Harun Reşid artık Bermekeli’leri öldürme planlarını hazırlamaya başlar. İlk etapta Cafer’i Saray’a çağırır ve geceyi saray da geçirmesini ister, Cafer olacakları sezmiş fakat bir şeyde diyememişti. Geceyarısı Harun Reşid Mesrur adındaki şahsı çağırıp Cafer’in başını kesmesini ve onu saklamasını ister, Mesrur emri yerine getirir. Akabinde Mesrur ve askerleri Yahya ve diğer oğullarının üstüne salınır. Mesrur, Yahyanın oğulları Musa, Fazıl ve Muhammedi Yahya’nın önünde öldürür. Yahya’yıda Zindana atar Yahya zindan da ölür. Cafer’in başıda bir ağaca asılarak yakılır.

Yahya’nın Muhammed bin Halid adında bir kardeşi vardı, bu zat kendi halinde olup Devlet işlerine karışmazdı. Harun Reşid bu zatı ve Fazıl’ın, Musanın, Cafer’in küçük çocuklarını salıverdi.

Bermekiler’in yok edilmesinden kısa bir süre sonra Devlet’te isyanlar başladı, Harun Reşid Devlet idaresinde aciz kaldı Bermekilere yaptıklarından dolayı bin pişman oldu.

Geriye kalan Bermekiler Suriye, Mezopotamya, Azerbeycan Umman ve bu günkü Türkiye topraklarına Kaçtılar. Türkiye’ye gelenler Midyat ve Diyarbakıra yerleştiler.

Midyat’takilerin Müftüoğulları, Diyarbakırdakilerin Topçuoğulları, Suriyedekilerin

Abdullah Hafse lakabıyle tanındıkları varsayılmaktadır.

YAZAN: Veysi BEDİR

KAYNAK: Tarihi Taberi 3. Cilt Sayfa 485 – 490





BERMEKİLER

Yazan Cemal KAYAPINAR

Cemal Kayapınarın yazısı kendisi tarafından düzenleme yapılmak üzere geri çekilmiştir.

2- BERMEKİLER

BERMEKILER (idia 1)

Bermekiler Abbasi Devletinin meşhur vezirlerinin mensub olduğu bir aile. Belh’teki Nevbahar budist tapınağı rahiplerinden olan Bermek, astronomi ve tıp ilimlerinde yetişmiş bir kimseydi. Horasan Valisi Kuteybe bin Müslim’in bölgeye gelmesinden sonra Bermek’in hekimliğinden istifade yoluna gidildi. Bermek Şam’a götürülüp sarayda hekimlik yaptı. Bermek’in Müslüman olan oğlu Halid, Ebu Müslim Horasani'nin maiyetinde bulunup, Abbasi Devletinin kurulmasında büyük gayret gösterdi. Bu sebeple, ilk Abbasi halifesi Ebü’l-Abbas-es-Seffah onu önce baş katipliğe, sonra Beytülmalin idaresine ve daha sonra da vezirlik makamına tayin etti. Halid bin Bermek; isabetli görüşleri, başarılı idaresi ve askeri işlerdeki muvaffakiyetiyle meşhur oldu. Ebu Müslim’in komutasında savaşlara katıldı. 765 senesinde Taberistan valiliğine tayin edildi. Burada 4 sene valilik yaptı. Bizans üzerine yapılan seferlere de katılıp, bazı kalelerin alınmasında çok başarıları görüldü. Bağdat şehrinin kuruluşunda önemli vazifeler aldı. Bağdat’ta pekçok bina yaptırdı. Mansur’un halifeliğinin son yıllarında, Musul valiliğine tayin edildi. Musul valisiyken halk tarafından çok sevildi. Meziyetleri ve faziletleriyle herkesin takdirini kazandı. 781 senesinde vefat etti.


Halid’in oğlu Yahya, Halife Mansur zamanında Azerbaycan ve Ermeniye valiliklerinde bulunmuştu. Halife Mehdi Yahya’yı vezirliğin yanında oğlu Hurun Reşid’i yetiştirmekle de vazifelendirdi.


Harun Reşid halife olunca, Yahya bin Halid’i vezirlikte bıraktı ve Beytülmalin idaresini de verdi. Yahya bin Halid, on yedi sene vezirlik makamında kaldıktan sonra oğlu Fazıl vezir oldu. Fazıl, 793 senesinden 797 senesine kadar Taberistan, Ermeniye, Azerbaycan ve Horasan eyaletlerini idare etti. Horasan’da valiyken kurduğu kalabalık ordu ile zaferler kazandı. Bu ordudan 20.000 kişilik bir grubu Bağdat’a, halifenin emrine gönderdi. İdare ettiği yerlerde camiler, büyük binalar yaptırdı. Kanallar açtırdı. Büyük başarılar gösterip itibar kazandı.


Bermeki ailesinden dördüncü ve son vezir olan Cafer bin Yahya’nın Harun Reşid ile çok yakın bir dostluğu vardı ve gece-gündüz beraberdiler. Bu sebeple uzun müddet vezirlik yaptı. Pekçok servete ve imtiyaza sahib olan Cafer, babası ve kardeşinden daha çok meşhur oldu. Vezarati zamanında kendisi, babası ve kardeşleri son derece müreffeh bir hayat yaşadılar. Pekçok servete sahib oldular. Muhtaçları, alimleri, sanatkarları görüp gözettiler ve sayılamayacak derecede hayır kurumları yaptılar. Böylece Bermeki ailesi, Abbasi Devletinin hem idaresinde ve hem de memleketin imarında, ilmin yayılmasında, ziraat, sanat, ticaret ve diğer alanların gelişmesinde çok hizmet ettiler.


Bermeki ailesinin Abbasi Devleti içinde önemli bir nüfuza ve itibara ve bunun yanında fevkalade bir servete sahib olması dikkati çekiyordu. Hatta, devlete tamamen hakim olacakları düşüncesi yaygın bir hale gelmişti. Bütün bunlar, birtakım fitnelerin çıkmasına sebeb oldu ve Cafer bin Yahya 803 (H.187) senesinde öldürüldü. Cafer’in babası Yahya bin Halid ve kardeşleri Fazıl, Muhammed ve Musa hapsedildiler. Yahya 804, Fazıl 805 senesinde hapisteyken vefat ettiler. Bermeki ailesi, bu hadiselerden sonra bir daha devlet işlerine karışmayarak tarih sahnesinden çekildi.


BERMEKILER (idia 2)


750 Devrimi’nde ve Erken Abbasi Devletinde Zazalar (Bermekiler)


Abbasiler çağının bence bir çok bakımdan kritik bir evresi Harun Reşit ve oğulları Emin ile Memun’un halifelikleri dönemidir. Bu üçlünün yönetimleri 786-833 yılları arasındaki yaklaşık elli yıllık dönemi kapsar.


Ben El Memun’un çağrısı ve kendisini halef olarak belirlemesi üzerine sekizinci İmam Ali Rıza’nın Horasan’a yerleşmesi ve orada yaşaması, Zeydi ve Babek isyanları, Zeydiler’den Yahya’nın Deylem’e sığınması, Babeki ve Zeydiler’in Malatya ve çevresinde ortaya çıkmaları ve daha birçok ipucundan hareketle bu dönemi bir dönüm noktası, deyim uygunsa bir çeşit milad ve bir tür geçiş peryodu olarak görüyorum, ama bazı Alevi geleneklerine de ışık tutabileceğini sandığım bu dönemin neden bana böyle göründüğünü şu anda tam olarak açıklayacak durumda değilim. Şimdilik bu dönemin daha derinliğine çalışılması gereğine işaret ederek yine bu dönemin bir olgusu olan Bermekiler üzerinde yoğunlaşmakla yetinmek zorundayım.


Desmala Sure dergisinin düzenlediği Köln toplantısında (7-9 Ocak 1994) Sünni inançtan Zaza kesime mensup bir grup tarafından okunan bir tebliğde, Hani, Lice, Genç ve Bingöl yörelerinde, özellikle Şel, Mıstan, Botan, Az ve Hazarşah Zazalar’ı arasında “Ma Bermeki ra amey” (Biz Bermeki’yiz) şeklinde bir geleneğin varlığından sözedildiğini hatırlıyorum.


Bu nedenle kısaca da olsa Bermekiler üzerinde durmak istiyorum.


Çünkü bu gelenekte gerçek payı bulunduğunu ve Bermekiler’in Zaza olduğunu düşünüyorum.


Kaynaklara göre Bermekiler Belh (Horasan)’li ve Sasani orijinlidirler. Onların Sasani yöneticilerinin soyundan oldukları belirtilmektedir.


Enc. Of İslam, Britannica ve P. K. Hitti’de yer verilen bilgilere göre, bir kısmı Irak’a göçen bu ailenin ceddi Barmak (Bermek, Ar. El Baramika), M.S. 725-26 yıllarında hâlâ Belh’de bulunuyordu.


Barmak sözcüğü bir ünvandır. P. K. Hitti’ye göre barmak kelimesi Budistler’de baş-rahip demektir. Bu ailenin atası Barmak da Belh’deki Budist manastırının baş-rahibi idi.


Başlangıçta Zerdüşti-Budist rahipleri oldukları söylenen Barmak ailesi, adını Abbasi devrimine katıldığında duyurur. Bu sıralarda İslam’ı benimser, Horasan’dan Irak’a göçederek Basra’ya yerleşir.


Bazı kaynaklara göre bu ailenin veya bir bölümünün kendi yurdu Horasan’dan Irak’a göçü Belh kentinin 663 yılında Araplar tarafından zaptından hemen sonraya rastlar. Onların Irak’ta Azd aşiretiyle ve Abbasi önderleriyle sıkı ilişkiler kurdukları söylenir.


Barmak’ın oğlu Halit (Khalid) bin Barmak’ın adı Emeviler döneminin sonlarında duyulur. Haşimi hareketi içinde yeralan Halit, ilk Abbasi halifesi El Saffah’ın veya El Mansur (754-775)’un veziri olarak atanır. Bermekiler’den vezirlik yapan ilk isim odur. El Saffah ailesi ile sıkı ilişkileri akrabalıklar kurulmasıyla sonuçlanır. Halife Mansur (754-775) altında önemli rol oynamaya devam eden Halit, iki yıl kadar Fars eyaletinin valiliği görevinde bulunur. 765 yılında Tabaristan valisi olarak atanan Halid, burada yedi yıl kadar görev yapar, hatta 767-71 arası yıllarda hayli popülarite kazandığı Tabaristan’da kendi adına para bastırır. Abbasi halifeleriyle ilişkileri o denli içli dışlıdır ki, bu tarihlerde Halit’in torunu El Fazl (Fadl) bin Yahya, Abbasi halifesi Harun Reşit (786-809)’in üvey kardeşi haline gelmiştir artık. Bu tarihten sonra Halit’i bir ‘Kürt’ isyanının patlak verdiği Musul’da valilik yaparken görürüz. 779-80 yıllarında tekrar Fars valiliğinde bulunur. Ardından Halit ile oğlu Yahya’nın prens Harun Reşit’le birlikte Bizans topraklarındaki Samalu kuşatmasına katıldıklarına tanık oluyoruz. Artık hayli yaşlanmış bulunan Halit, bu Bizans kalesini zaptettiğinde de dikkat çeker (Tabari’den akt. P. K. Hitti, a.g.e., s. 294).


781-82 yılında Halit öldükten sonra onun oğulları Yahya b. Halid ve Muhammed b. Halid öne çıkarlar. Bir aralık prens Harun’la birlikte Azerbaycan ve Ermenistan’ı yöneten Yahya, Harun Reşit’in halifeliği zamanına rastlayan 786’dan 803’e kadarki on-yedi yıl boyunca Abbasi vezirliği yapar. Bazı tarihçiler bu peryodu ‘Bermekiler’in yönetim dönemi’ olarak tanımlamaktadırlar.


Bu dönem boyunca Abbasi imparatorluğunda fiili iktidar ve otorite Bermekiler’dir. İmparatorluğun ipleri pratik olarak halife Harun’un Baba diye çağırdığı Yahya ile oğulları El Fazl ve Cafer (Ja’far)’in ellerindedir. Gerçek yönetici Harun Reşit değil, veziri Yahya’dır.


Yahya’nın Fazl, Cafer, Muhammed ve Musa adlarındaki dört oğlu da Abbasi yönetiminde önemli pozisyonlar işgal etmişlerdir.


Suriye ve Sind valiliklerinde bulunan Musa (ölm. 835), geride İmran adında bir oğul ve Djahza soyadıyla bilinen müzik ve literatür alanında ünlenmiş Ahmed b. Cafer adında bir torun bırakır. Muhammed, Merv’de Harun Reşit’in oğullarından halife El Memun (813-33)’un sarayında görev yapar. Kendisinden sonra Merv sarayında oğlu Ahmet öne çıkar. Harun’un üvey kardeşi de olan Fazl b. Yahya ile kardeşi Cafer ise Abbasi vezirliği yapmışlardır. 796 yılında Suriye’deki isyanı bastırmaya gönderilen Cafer (ölm. 803?), daha sonra Horasan valisi olarak atanır ve prens El Memun’un yardımcılığı görevinde bulunur. Yahya’nın oğulları içinden en önemli figür büyük oğlu El Fazl’dır (ölm. 808). Yaklaşık 792 yılından itibaren İran’ın batı eyaletlerini yöneten Fazl, Alevi isyancı Yahya bin Abd Allah’a karşı gönderildiğinde, onu görüşmeler yoluyla ikna etmeyi tercih eder ve bunu başarır.


Bu dönemde Abbasi zulmünden kaçmak zorunda kalan Aleviler İslam’ın henüz giremediği tek yer olan Deylem’e sığınıyorlardı. Deylem’deki Alevi sığınmacıların ilki Harun Reşit’in isyancı kardeşiyle birlikte hareket eden ve bu yüzden iki kardeşi idam edilen Yahya bin Abd Allah olmuştu (791).


O’nu ikna eden Bermeki Fazl’ın bir Alevi yanlısı olduğu ve bu eğilimi nedeniyle üvey kardeşi Harun Reşit’in tepkisini kazandığı kaydedilmektedir. Bir sonraki yıl Horasan valisi olarak atanan Fazl, Horasan’dan topladığı orduyla Kabil’i pasifize eder. 794 yılında Harun Reşit’in oğlu prens Muhammed El Emin (809-813 arasında halife)’in yardımcılığını yapar. Daha sonra geri Bağdat sarayına döner. Fazl’ın oğlu El Abbas da Merv’de El Memun’un sarayında öne çıkmış Bermekiler’den biriydi.


Onyedi yıl boyunca Abbasi imparatorluğunda adeta devlet içinde devlet olan, vezirlik makamını uzun süre irsi olarak ellerinde tutan ve Abbasi sarayının yerleşiklerine dönüşen Bermekiler, 799 yılından itibaren hernasılsa düşürüldüler.


802 yılında ansızın Bermekiler’i yerlerinden etmeye karar veren Harun Reşit, 803’te Yahya’nın oğlu olup henüz otuz-yedi yaşında bulunan Cafer’i astırır, El Fazl ve diğer kardeşlerini ise tutuklar. Babaları Yahya da gözaltına alınır. Bermekiler’den dokunulmayan tek kişi Halid’in oğlu Muhammed’dir. Gerisinin mülklerine el konulur.


Yahya ve El Fazl tutuklu olarak Rakka’ya gönderildiler ve bu ikilinin bazı partizanları heretik (Alevi muhalifler) olmakla suçlanıp asıldılar. Yahya, 805 yılında Rakka’da öldü. Bu tarihte yetmiş yaşındaydı. El Fazl da kırk-beş yaşında bulunduğu 808 yılında Rakka’da öldü.


Halid El-Bermeki tarafından kurulmuş olan ünlü Bermeki evinin düşüşü o çağın insanı için bir sürpriz olmuştur. Çünkü doyurucu bir neden gösterilememiştir. Ortalıkta Abbasa hikayesi gibi çeşitli rivayetler dolaşmış. Kaynaklara göre Bermekiler’in düşürülüşü bugün bile en azından kısmen hâlâ karanlık bir konudur.


Düşürülmüş olsalar da Bermekiler’in nüfuzları hemen sona ermeyip sonraki dönemin bazı vezirleri ve sekreterleri dolayımıyla yıllarca sürmüştür.


Binbir Gece Masalları’nda popülarize edilen Cafer figürü, Bermekiler’den Cafer bin Yahya’dır.


Bağdat’ın doğusunda yaşayan Bermekiler, P. K. Hitti’nin yazdığına göre çok zengin ve cömert bir aileydi. Özellikle cömertlikleriyle ünlendikleri söylenir. Hitti’nin dediğine göre bugün bile Arapça konuşan ülkelerde Barmaki adı cömert sözcüğü ile eş-anlamlı kullanılmaktadır. Harun’la çok samimi olan Cafer’in ve Fazl’ın adları da iyi bilinmektedir. Arap tarihçileri özellikle Fazl’ın literatür alanındaki yeteneği ve güçlü kalemi yüzünden Bermekiler’i Ehl el-Kalem (Kalem Halkı/İnsanı) adı verilen sınıfın kurucusu saymışlardır.


Hitti, Bermekiler’in Şii olduklarını özellikle vurgulamaktadır (Bk. Hitti, a.g.e., s. 296).


Mukaddime adlı eserinde İbni Haldun da Bermekiler’in düşüşünü açıklamayı dener. Abdullah bin Abbas’ın torunu, Muhammed’ül-Mehdi (775-785)’nin kızı ve Harun Reşit’in de kızkardeşi olan Abbase’nin Bermekiler’den Cafer b. Yahya b. Halid’le evlendiğine işaret eden İbn Haldun, tarihçilerin Harun Reşit’in Bermekiler’e yaptığını Abbase-Cafer ilişkilerine bağladıklarını (Arap-olmayan soydan birinin bir Arap’la evliliğinin kabul görmeyişi), ama bunun yanlış olduğunu yazmaktadır. Ona göre Bermekoğulları’nın başına gelenler aslında onların devlete egemen olmaları, hazine mallarına el koymalarından dolayıdır.


Harun’u halifeliğe hazırlayan ve bu makama oturtan Yahya’ydı. İbn Haldun’a göre sarayda Harun’un baba diye çağırdığı Yahya’nın oğullarından 25 kılıç ve kalem sahibi önemli kişi vardı.


Bermekiler’in peygamberin yakınlarına ve Şiiler’e bağış yağdırdığına, soylulardan alıp yoksula verdiklerine ve köleleri özgürleştirdiklerine değinen İbn Haldun, Bermekiler’in bu nedenlerden dolayı sevildikleri, en uzak ülkelerde bile itibar gördükleri ve övüldükleri için Harun Reşit’i kıskançlığa ve endişeye sürüklediklerinin altını çizmektedir.


O’nun yazdığına göre halife Mansur (754-75)’a başkaldıran Muhammed Mehdi’nin kardeşi Yahya olayında da Bermekiler’in halifeye karşı suç işledikleri düşünülmüştür.


İbn Haldun, Taberi’ye dayanarak Yahya olayını anlatır ve Bermekiler’in düşüşüne bu olayın sebep olduğunu söyler. Yahya’yı Deylem bölgesinden başkente indiren kişinin gerçekte Harun’dan bağışlama belgesini götüren Bermekiler’den Fazl bin Yahya olduğunu belirten İbn Haldun, Harun Reşit’in Yahya’yı Bermek’i Cafer b. Yahya b. Halid’e teslim ettiğini ve onu kendi evinde ağırlayan Cafer’in de bir süre sonra kendi kararıyla Yahya’yı serbest bıraktığını anlatır. Haldun’a göre Bermeki Cafer bu konuda peygamber ailesinin kanlarını korumak için hükümdarın yürütme yetkisine bile karışarak Yahya’yı serbest bırakmış ve ajanların durumu iletmeleri üzerine Harun tarafından soruşturmaya hedef olmuştur (Bk. İbn Haldun, Mukaddime, cilt 1, s. 84-87, Onur yay., 1977, Turan Dursun çevirisi).


Bermekiler konusunda Şerefname’de verilen bilgilerin Zazalar arasındaki geleneği doğruladığını düşünüyorum.


Şeref Han, bu konuya Sıwedi Beyleri (Sıvıdi veya Sıwedi adının aslı Arapça çevirmene göre Surek/Siverek’tir) bölümünde değinir.


Bu bölümde anlatılan aslında Genç ve Çabakçur (Bingöl) beyleridir. Bunlara Sıwedi Beyleri denmesinin nedeni Genç’e göçüp yerleşen Sıwedi aşiretine liderlik yapmalarıdır. Şerefname’nin Arapça çevirmenine göre bu aşiret Genc’e Siverek’ten göçmüştür. Şeref Han, Sıwedi aşireti ile bu aşiretin liderlerinin ayrı ayrı orijinlerden olduklarına işaret eder. O’nun bu görüşü Sıwedi aşiretinin adını Medine civarındaki Süveyd köyü ve sahabeden Esved adlı biriyle ilişkilendiren rivayete dayanıyor. Arapça çevirmen bu rivayetin yanlış olduğunu düşünmektedir.


Şerefname, Genc’e yerleşen Sıwedi aşiretinin (daha doğrusu aşiretler grubunun) beylerinin İran krallarının soyundan gelen Bermek-Oğulları’ndan olduklarını aktarmaktadır. Belh (Baktriya)’li olan Bermekiler, Şeref Han’a göre başlangıçta ateşe tapıyorlardı, ama daha sonra İslam’ı benimsediler.


Şerefname, Bermekiler’den Yahya b. Halid’in Fazl, Cafer ve Musa adlı üç oğlunun Abbasiler zamanında Bağdat’tan gelerek Genc’e bağlı Hancuk’a yerleştiklerini ve Sıwedi adıyla bilinen aşiretlerin başına geçtiklerini yazmaktadır. Daha sonra Yahya ve Fazl’ın Harun Reşit tarafından hapse atıldığını, Cafer’in ise öldürüldüğünü belirten Şeref Han, ilkin bir düzeltme yaparak aynı akıbetten kaçınmak için Genc’e sığınmış olanların büyük ihtimalle Musa ve yanındaki iki diğer kişi olmaları gerektiğini yazarsa da en sonunda gene üç kardeşte karar kılar.


Genç’teki Sıwedi aşiretine sığınan üç kardeşten ortancası ölür, bir şeyh olan büyük kardeş ile küçüğü ise Genç ve Çebakçur’da oturan Sıwedi aşiretlerinin başına getirilirler ve bazı kesintilere rağmen en azından Safeviler ve Osmanlılar dönemine kadar adı geçen aşiretleri onlar yönetirler (Bk. Şerefname, M. E. Bozarslan çevirisi).


O halde Hani, Lice, Genç ve Bingöl Zazalar’ı arasında hâlâ yaşayan Bermekiler’den geldiklerine ilişkin gelenek en azından aşiret beylerinin bir bölümünün orijinini açıklayıcı niteliktedir. Şerefname’de anlatılanlar bu geleneği doğrulamaktadır.


M. Şerif Fırat’ın aktardığı Zazalar arasındaki “Biz Halidi’yiz” geleneğinde adı geçen de mümkündür ki Bermekiler’den Halid olsun. O taktirde “Biz Halidi’yiz” sözü belki de Bermeki olmaklığa işarettir.


Sözü edilen sığınma olayının yukarıda verdiğim bilgiler ışığında 8. yüzyıl sonları ile 9. yüzyıl başlarına rastladığı açıktır.


Benim görüşüme göre bu sığınma olayında Zazalar Zazalar’a sığınmıştır.

3- CA'FER B. YAHYA EL-BERMEKİ

Abbasî halifesi Harun Reşid'in önde gelen devlet adamlarından Cafer el-Bermekî (Ö.187/803), üstün bir alim, zarif bir edib ve pek cömert bir zengin olarak tanınıp sevilmişti. Çeşitli yerlerde valilik ve komutanlık yapmış başarılı bir idareciydi. Halifenin çok sevip takdir ettiği bir yakını ve yardımcısıydı. Babası Yahya el-Bermekî ise Harun Reşid'in veziriydi.

Harun Reşid, Cafer'i ve çok sevdiği kızkardeşi Abbase'yi yanından hiç ayırmazdı. Sohbet meclisinde onları da hazır bulundururdu. Harun, Cafer ile Abbase'nin aynı meclis ve sofrada meşru olarak buluşup görüşmelerini sağlamak için, Cafer'e çok fazla yaklaşmamak şartıyla Abbase'yi nikâhlama teklifinde bulundu. Cafer'in kabulü üzerine, Abbase'yi onunla nikâhladı.

Cafer ve Abbase, sohbetlerden sonra Harun kalkıp gidince başbaşa kalırlardı. Cafer verdiği sözün gereği Abbase'ye ilişmiyordu. Fakat Abbase rahat durmadı. Bir fırsatını bularak, zayıf bir anında Cafer'e nikâhın gereğini yaptırdı ve Cafer'den hamile kalarak bir oğlan çocuğu doğurdu. Halifeden korkan Abbase, çocuğu gizlice Bağdat'tan Mekke'ye gönderdi.
Harun Reşid o sene hacca gitmiş ve işin gerçeğini öğrenmişti. Bu duruma fena halde sinirlenmişti. Cafer'in artan kudreti, nüfuzu, bazı icraatları ve harcamaları da halifeyi ürkütüyordu. Nikâhın neticesi ise bardağı taşırdı. Bir hayatla birlikte bir ölüm doğdu. Cafer-i Bermekî, Harun Reşid'in emriyle idam edildi.
Derler ki, Cafer'in babası Yahya o yıl hac sırasında Kâbe'nin kapısında şöyle dua etmişti:
'Allahım! Eğer beni günahlarım yüzünden cezalandıracaksan, çoluk-çocuğum ve mallarımı almakla da olsa senin rızana ulaşmam için cezamı dünyada ver, ahirete bırakma.'
Yahya'nın duası kabul edilmişti. Oğlu Cafer idam edilmiş, kendisi de hapiste ölmüştür.



CA'FER B. YAHYA EL-BERMEKİ


Ebü'1-Fazl Ca'fer b. Yahya b. Hâlid el-Bermekî (ö. 187/803) Abbâsîler'in önde gelen devlet adamlarından.


150 (767) yılında Medine'de doğdu. Babası Hârûnürreşîd'in veziri Yahya b. Hâlid, annesi Abbasî ihtilâlinde önemli rol oynayan kumandanlardan Kahtabe b. Şebîb'in torunu Muhammed b. Ha­sanın kızıdır. Babası Yahya oğlunun ye­tiştirilmesi görevini meşhur kadı Ebû Yûsuf'a havale etti. Cafer çocukluk ve gençlik yıllarını Abbasî sarayında geçir­di ve devrin önde gelen kişilerinden çe­şitli konularda faydalandı. Çok iyi yetiş­mesi ve sahip olduğu edebî kültür sa­yesinde halifenin gözdesi oldu.


Ca'fer 176'da (792-93) Ebü'l-Heyzâm'ın isyanı üzerine halife ile birlikte Suriye'­ye gitti; ancak halife, kendisi daha yol­da iken âsinin öldürülmesi üzerine Bağ­dat'a dönünce Ca'fer bir süre daha Su­riye'de kaldı ve Humus'ta çıkan bir ka­rışıklığı bastırdı, aynı yıl batı eyaletleri valiliğine tayin edildi. Mısır Valisi Mûsâ b. îsâ zalimce davranışları sebebiyle az­ledildi ve yerine Ca'fer getirildi. Fakat Ca'fer Mısır'a gitmeyip yerine babasının tavsiyesi üzerine Ömer b. Mihrân'ı gön­derdi.


Mısır valiliği bir yıl kadar devam eden Ca'fer daha sonra Bağdat'a döndü. Su­riye'de çıkan olaylar üzerine oraya gön­derildi (180/796). Ca'fer kısa sürede is­yanı bastırıp işleri düzene koyduktan sonra o sırada Rakka'da bulunan hali­fenin yanına döndü. Halife ona bu ba­şarısından dolayı hil'at ve kıymetli hedi­yeler verdi.


Bazı araştırmalarda Taberî'deki bir habere dayanılarak[44] Ca'-fer'in bir ara vezirlik yaptığı ileri sürül­mektedir. İbn Haldun ise halifenin Ca'-fer'i "sultan" unvanıyla idarenin başına getirdiğini kaydetmektedir. Ancak Hârû-nürreşîd devrinde idari kademelerde sultan unvanının mevcut olduğuna dair kaynaklarda herhangi bir bilgiye rast­lanmamaktadır. Muhtemelen İbn Hal­dun sultan unvanını vezir karşılığında


kullanmıştır. Ayrıca Ca'fer'İn vezirlik yap­tığı bile şüphelidir. Suriye'den döndük­ten sonra Horasan ve Sicistan valiliğine tayin edilen Ca'fer yirmi gün sonra hali­fenin muhafız birliğinin kumandanlığı­na getirildi.


Ca'fer b. Yahya'nın tayin edildiği vali­lik görevlerinde Bağdat'tan uzun süre ayrı kalamaması halife ile olan yakınlı­ğından kaynaklanmaktadır. Ca'fer hali­feye her hususta yardımcı oluyor ve bazan ona vekâlet bile ediyordu. Dîvân-ı Resâil'de halife adına yazılacak mektup ve fermanları kaleme alıyor ve bazı mah­kemelerde hazır bulunuyordu. Bu mek­tup ve fermanlarda kullandığı edebî dil ve ayrıca hukuk bilgisinin derinliği her­kesin dikkatini çekiyordu.


Ca'fer b. Yahya Horasan valiliğinden ayrılınca bir süre bcrîd teşkilâtının ve darphâne ile tırâz atölyelerinin başına getirildi. Bu idarî görevlerinin yanında veliaht Me'mûn'un hocalığını da yaptı. Me'mûn Horasan valiliğine tayin edilin­ce Ca'fer de ülkenin doğu eyaletlerinin idaresinde söz sahibi oldu. Aynı şekilde halifenin diğer oğlu Emîn batı eyaletle­rinin valiliğine getirilince onun hocası ve Ca'fer'in ağabeyi FazI da ülkenin diğer yarısını kontrol altına almış oldu. Böyle­ce devlet idaresi babaları Vezir Yahya sayesinde merkezde, oğulları sayesinde de eyaletlerde Bermekîler'in eline geç­miş bulunuyordu.


186 (802) yılında hacca giden halife yanına oğullarını, vezirini ve oğullarının hocalarını da almıştı. Hac dönüşünde ha­life Enbâr yakınında Umr'da konakladı. Mesrur el-Hâdim'e Ca'fer b. Yahya'nın derhal idam edilmesi emrini verdi. Bu emir üzerine Ca'fer idam edildi[45]. Babası Yahya ile kardeşleri de hapse atılarak Bermekî aile­sinin iktidarına son verildi. Ca'fer b. Yah­ya'nın aniden idam edilmesi kaynaklar­da halifenin kız kardeşi Abbâse ile olan gizli aşk macerasına bağlanmaktadır. An­cak Ca'fer'in idamını Bermekîler'in ber­taraf edilmesinden ayrı düşünmek ve yalnızca bu sebebe bağlamak mümkün değildir.


Ca'fer b. Yahya Abbasîler döneminin önemli devlet ve kültür adamlanndan-dır. Cömert bir insan olan Ca'fer şairle­ri, musikişinas, edip ve âlimleri daima himaye etmiştir. Belagatı ve edebî üslû­bunun mükemmelliğiyle devrinin önde gelen edipleri arasında yer alıyordu. Adı­na altın ve gümüş sikkeler bastırmıştır.[46]



Bibliyografya:


Halîfe b. Hayyât, Târih (Ömerî), tür. yer.; Ya1-kübî. Târih, II, 410, 421, 429; Taberî, Târih (de Goeje] ,"626, 629, 631 -644, 666-668; Cehşl-yârî. et-Vüzerâ ue'l-küttâb, s. 211-321; Mes-üdî. Mürûcü'z-zeheb (Abdülhamîd), III, 384-392; Hatîb, Târthu Bağdâd, VII, 152-153; İb-nü'l-Esîr. el-Kâmil V\. 126, 140. 151, 161, 175-180; İbn Hallikân. Vefeyât (Abdülhamîd), I, 292-305; Zehebî, A'lâmü n-nübela, IX, 91; İbn Tağrîberdî, enNücûmü'z-zahire, I!, 123-124; L. Bouvat. Le$ Barme~cides les auteurs arabes etpersons, Paris 1912, s. 68-74; D. Sourdel, Le Vizirat Abbaside, Damas 1959, I, 134-180; a.mlf., "al-Barâmika", El2 (Fr.), I, 1064-1067; Ziriklî, el-A'lâm, II, 126; M. M. Ahsan, Social Life under the Abbasids, London 1979, s. 35-56; K. V. Zettersteen, "Ca'fer", İA, III, 7-8; I. Abbas, "Barmakids", Eh., Nl, 808.

4- MUHAMMED BERMEKİ

BERMEKİLER

Adı: MUHAMMED
Soyadı: BERMEKİ

BİNGÖL, DİYARBAKIR, Ş.URFADA OLAN BERMEKİLER ADIYAMAN, MALATYA, TUNCELİ, HAYMANA, BESNİ, SASON, MUŞ, ERZURUM, VAN, MARDİN, SASON, AĞRI, IĞDIR, KİLİS, ANTEP, KULU, KARACADAĞ BÖLGELERİNE YERLEŞTİLER. BU AŞİRETLERDEN BAZILARI BAŞTA= AZ, BOTAN, MISTAN, ŞEL, HANCUK, PİRAN, KEJAN(KIRVAR), YAHKİ, ÖMERAN, LEK, XELİKAN, REŞVAN AŞİRETLERİ BERMEKOĞULARI FEDEROSYUNUNU OLUŞTURUR. DİYARBAKIR VE ADIYAMAN CİVARLARINDAN GELİP HAYMANA , KULU, KARACADAĞ VE SÜPHAN DAĞI ÇEVRELERİNE YERLEŞTİLER
HALEN BERMEKİLERİN MİDYAT ESTEL KOLU OLAN MÜFTÜZADELER İSTANBUL İZMİR ANKARA BURSA ADANA MERSİN GİBİ BÜYÜK ŞEHİRLEREDE YERLEŞMİŞLERDİR.

5- BEDİR AİLESİ

6

6

7

7

8

8

9

9

10- ÇALIŞKAN-1 AİLESİ


11

11

12

12

13

13

14

14

15- ÇALIŞKAN-2 AİLESİ


16

16

17

17

18

18

19

19

20- ERİ AİLESİ


21

21

22

22

23

23

24

24

25- KAYAPINAR-1 AİLESİ


26

26

27

27

28

28

29

29

30- KAYAPINAR-2 AİLESİ


31

31

32

32

33

33

34

34

35- MERAL AİLESİ


36

36

37

37

38

38

39-

39

40- MUTLU AİLESİ


41

SİTE YAPIM AŞAMASINDADIR

Bermeki lerle ilgili
Kaynaklar Toplandıkça bu sitede yayınlanacaktır

42

42

43

43

44

44

45- MÜFTÜOĞLU AİLESİ


46

46

47-

47

48

48

49

49

50- OĞUZ AİLESİ


51

51

52

52

53-

53

54

54

55- ORAL AİLESİ


56

56

57

57

58

58

59-

59

60- SARIKAYA AİLESİ


61

61

62

62

63

63

64

64

65- TANRIKULU AİLESİ


66

66

67

67

68

68

69

69

70- TAYMAZ AİLESİ


71-

71

72

72

73

73

74

74

75- URAN AİLESİ


76

76

77-

77

78

78

79

79

80- YÜCEL AİLESİ


81

81

82

82

83-

83

84

84

85- ABBASİLER

Abbasiler

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Alm. Abbasiden, Fr. Les Abbasides, İng. Abbasides. Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbas’ın soyundan gelen ve Emevilerin yerini alan halifeler sülalesi. Bu hanedana ilk atalarına nisbetle “Haşimiler” de denilmektedir.

Abbasilerin iktidara gelmesi, Emevi idaresinden memnun olmayan grupların lider kadrolarının yoğun propagandası ve bunların etrafında toplanan büyük bir kitlenin faaliyeti neticesinde mümkün olmuştur. Gerçekten de Emevi hanedanından İkinci Velid’in halifelikten hal’ edilmesiyle aile arasında iç mücadele ortaya çıkmış ve yıllardan beri Emevilerin hakim olduğu Suriye ikiye bölünmüştü. Neticede bu ihtilaf çok büyüdü ve son Emevi Halifesi İkinci Mervan, Dımaşk’ı terk ederek kendisine hilafet merkezi olarak Harran’ı seçti.

Emeviler arasındaki iç mücadeleler sırasında Abbasi Hanedanından Ali bin Abdullah’ın oğlu Muhammed, Humeyme’de gizli olarak halifeliğin kendi ailesine geçmesi düşüncesi ile faaliyetlerde bulunuyordu. Bu arada cemiyeti arasına sızmış olan muhaliflerini ortadan kaldırdı. Onun tesbit ettiği prensiplere göre bu hareket başarıya ulaştığında Ehl-i beytten her kim halife seçilirse ona razı olunacaktı.

Muhammed bin Ali’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu İbrahim çok teşkilatçı ve iyi bir idareciydi. Emevilere karşı çıkış hareketini yürütmesi için Ebu Müslim’i kendi tarafına çekerek Horasan’a gönderdi. Ebu Müslim’in Horasan’a giderek hareketin idaresini ele alması, Abbasiler için bir dönüm noktası olmuştur. Nitekim bölgedeki elverişli durumdan faydalanan Ebu Müslim, kısa zamanda Horasan’ı Emevi tarafdarlarından temizledi. Ebu Müslim bundan sonra Rey’e yöneldi. Karşısına çıkan Emevi kuvvetlerini yendi. Nihavend’i ele geçirerek Irak’a yaklaştı.

Doğuda bu olaylar olurken Halife İkinci Mervan, İbrahim’i tutuklatarak Harran’da hapsettirdi. Vefatına kadar burada hapis hayatı yaşayan İbrahim, yerine kardeşi Ebü’l-Abbas’ı tayin ettiğini bildirmişti.

Ebü’l-Abbas Abdullah bin Muhammed yakınlarını da yanına alarak kendi tarafına geçmiş olan Kufe şehrine gitti. Horasanlılar, 28 Kasım 749 Cuma günü Kufe Camiinde Ebü’l-Abbas’a biat ettiler. Ebü’l- Abbas halife olarak okuduğu ilk hutbede hakimiyet hakkının Abbasilere aid olduğunu çeşitli delillerle izah etmeye çalıştı. Ebü’l-Abbas bundan sonra şiilerin çoğunlukta bulunduğu Kufe şehrinde durmayı kendisi için tehlikeli bularak karargahını Hammam-A’yen’e nakletti. Bu sırada Ebü’l-Abbas’ın, Abbasi hilafetinin kuruluşunda büyük rolü olan Ebu Seleme el-Hallal ile arası açıldı. Ancak Ebu Müslim’in yardımıyla onu da ortadan kaldıran Ebü’l-Abbas böylece hakimiyeti tamamen ele geçirdi.

Bu sırada, Halife İkinci Mervan, Suriye ve el-Cezire Araplarından topladığı büyük bir ordu ile harekete geçmişti. Ebü’l-Abbas’ın amcası Abdullah bin Ali, bu orduyu büyük Zap Irmağı kenarında karşıladı. 16 Ocak 750 tarihinde başlayan savaş, aralıksız on gün devam etti. Bu sırada Mervan’ın birlikleri arasında anlaşmazlık ve kumandanlar arasında ihtilafların çıkması üzerine Abdullah savaşı kazandı. Bu zafer, Suriye kapılarını Abbasilere açtı. Başta Dımaşk olmak üzere o havalideki bütün kaleler birer birer Abbasi ordusuna teslim oldu. Nitekim savaş sonunda Harran’a çekilen Halife Mervan burada da tutunamıyacağını anlayarak, Dımaşk’a oradan da Ürdün'deki Ebüfutrus'a kaçtı. Ancak onu takib eden birlikler, Yukarı Mısır’da Busir adı verilen yerde yetişerek kendisini çevirdiler. Halife Mervan ümitsizce girdiği mücadele sırasında öldürüldü (Ağustos 750). Aynı yılın sonlarında Vasıt’ta Emevi hanedanından İbn-i Hubeyre de teslim olunca, Emevi hilafeti tarihe karıştı. Ancak Emevilerden Abdurrahman bin Muaviye, İspanya’ya geçerek Endülüs Emevi Devletini kurdu.

Ağustos 750 tarihinde Mervan’ın öldürülmesi üzerine Ebü’l-Abbas es-Saffah’ın halifeliği, Endülüs hariç, bütün İslam ülkelerinde kabul edilerek kesinleşti. Eski Enbar şehrini imar eden Es-Saffah, burayı devletinin hilafet merkezi yaptı. Halife Saffah dört yıl süren hilafeti boyunca, ülke içinde çıkan isyanlarla uğraştı. Nitekim onun hilafetini tanımak istemeyen Kuzey Afrika’da Berberiler, Basra ve çevresinde Hariciler, Fars’ta Bessam bin İbrahim, Sind’de Mansur bin Cumhur ve Maveraünnehr’de Ziyad bin Salih isyan etmişlerdi. Ancak Ebü’l-Abbas bu isyanların hepsini bastırarak oğlu Mansur’a iç problemlerini halletmiş sağlam bir devlet bıraktı. (754).

Hazret-i Abbas’ın torununun torunu olan halife Ebü’l-Abbas yumuşak huylu, ağır başlı, haya ve iyilik sahibi bir insan idi. Verdiği sözü mutlaka ve zamanında yerine getirirdi. Cömertliği dillere destan olup, bu hali dolayısıyla kendisine “Saffah” lakabı verilmiştir.

Hilafet makamında dört sene dokuz ay kaldıktan sonra vefat eden Halife Ebü’l-Abbas es-Saffah’ın ölümü ile yerine oğlu Mansur geçti (Haziran 754). Heybet, cesaret, ileri görüşlülük bakımından Abbasi halifelerinin en seçkinlerinden olan Mansur, henüz Saffah’ın hayatta olduğu dönemde bile onun güçlü bir desteği ve yardımcısıydı. Halife Mansur ilk olarak Bağdat şehrini kurarak başkent yaptı. Bazı halifeler, Samarra ve başka merkezlerde ikamet etmelerine rağmen, Bağdat asıl merkez olarak nihayete kadar devam etti. Bu arada yaptığı muharebeler ve kazandığı zaferlerle nüfuz ve itibarı devamlı artan Ebu Müslim gün geçtikçe halifeye olan bağlılığını azaltıyordu. Halife gönderdiği nasihat yollu mektupların bir işe yaramadığını görünce, Ebu Müslim’i öldürttü. Ebu Müslim’in öldürülmesi üzerine, bilhassa nüfuzunun kuvvetli olduğu Horasan ve başka yerlerde çeşitli isyanlar görüldü ise de hepsi bastırıldı.

Halife Mansur 775 senesinde hac etmek üzere giderken yolda hastalanarak vefat etti. Mansur, vakar ve güzel ahlak sahibi idi. Halka karşı gayet yumuşak ve hoşgörülü olmasına karşılık, devlete karşı hareket edenleri asla affetmezdi.

Mansur’un ölümünden sonra oğlu Mehdi halife oldu. O zamana kadar kuruluş dönemini geçirmiş olan devlet onun zamanında kuvvetlendi. Hazine zenginleşti ve halkın hayat seviyesi yükseldi. Devleti içerisinde ıslahatlarda bulundu. Fevkalade yargı işlerine bakmak için bizzat mahkeme kurduran ilk Abbasi halifesidir. Yolcuların barınması ve korunması için Mekke yolu üzerinde konaklama mahalleri yapılmasını emretti. Bunlardan mevcud olanlarını iyileştirdi, kullanılır hale getirdi. Bağdad ile diğer İslam beldeleri arasındaki posta işlerini düzene koydu. Ayrıca veziri Abdullah’a bütün valilere gönderilmek üzere, vergi veren kimselere haksızlık etmemeleri için talimatname yazdırdı.

Halife Mehdi döneminde Bizans’a karşı başarılı seferler düzenlendi. Bu arada Merv şehrinde ortaya çıkan ve ilahlık taslayan El-Mukanna’nın başlattığı isyan bastırıldı.

Mehdi’nin 785 yılında vefatı ile yerine oğlu Hadi halife oldu. Hadi; uyanık, gayretli, cömert, büyük işler yapmaya kabiliyetli, kuvvetli, tuttuğunu koparan cesur bir zattı. Ancak saltanat müddeti çok kısa sürüp 786 yılında vefat etti ve yerine kardeşi Harun Reşid halife seçildi.

Halife Harun Reşid dönemi (786-809), Abbasilerin en parlak zamanı oldu. O, Yahya bin Halid el-Bermeki’yi tam yetkiyle vezirliğe getirdi. Yahya, iki oğluyla birlikte devleti bir hükümdar gibi yönetti. Çıkan ayaklanmaları bastırdı. Bizans’a karşı olan seferlere büyük ehemmiyet veren Harun Reşid, bunlardan bazılarına bizzat kendisi de katılmıştır. 790 yılında Mısır’dan Kıbrıs üzerine yürüyen İslam donanması, Antalya açıklarında karşısına çıkan Bizans donanmasının büyük bölümünü batırmış ve donanma komutanlarını esir etmiştir. 797 yılında bizzat sefere çıkan Harun Reşid, Ankara’ya kadar ilerledi. Ancak İmparatoriçe İrene’nin isteği ve yıllık vergi vermelerini kabul ile sulh yapıldı. Fakat Nikeforos’un imparator olmasından sonra Bizans, antlaşmayı fesh etti. Bunun üzerine Halife, ikinci Bizans seferine çıktı. Kendisi Heraklea (Ereğli) Kalesi üzerine yürürken bazı komutanlarını da diğer kaleler üzerine gönderdi. İmparator Nikeforos, Halife’nin karşısına çıktı ise de, tutunamadı ve sulh istedi. Halife kış mevsiminin gelmesi üzerine imparatorla, yıllık haraç göndermesi şartıyla antlaşma yaptı.

Ancak sözünde durmayan imparator, ertesi sene Abbasilerin elindeki Tarsus üzerine büyük bir ordu gönderdi ve Tarsus işgal edildi. Huduttaki Bizans kaleleri sağlamlaştırıldı. Bu olaylar üzerine güçlü bir ordu ile Bizans üzerine üçüncü seferine çıkan Harun Reşid Ereğli, Tuvana ve daha bir çok kaleleri fethetti. Tuvana’da bir cami inşa ettirdi. Bu arada Balkanlarda da Bulgarlar tarafından sıkıştırılan İmparator, Halife’nin yaptığı fetihleri kabul etmek, tahkim ettirdiği kaleleri yıktırmak ve haraç vermek şartıyla yeni bir sulh yapmaya mecbur oldu (806).

Harun Reşid, devletin idari teşkilatında bazı değişiklikler yaptı. Vilayetleri küçülterek daha kolay idare edilir bir hale getirdi. Merkez teşkilatında bazı divanlar kurarak bunları vezire bağladı. Daha önce valilere bağlı kadıları müstakil hale getirdi. Ancak onlara merkezdeki baş kadıya (kadı-ül kudat) hesap verme mecburiyetini koydu. Bu dönemde başkadı, İmam-ı Azam hazretlerinin talebesi İmam-ı Yusuf rahmetullahi aleyh idi.

Harun Reşid, ilim ve sanata çok ehemmiyet veriyordu. Zamanında Bağdat, dünyanın en meşhur ve en muhteşem şehirlerinden biri haline geldi. Halifenin sarayında ilim ve fikir adamları, sanatkarlar toplanır ve onun huzurunda münazara ederlerdi. Halife onları maddi ve manevi bakımdan desteklerdi.

Harun Reşid, Horasan’da isyan çıkaran Rafi bin Leys’i ortadan kaldırmak üzere ordusunun başında giderken yolda hastalandı. Yerine oğlu Me’mun’u veliahd tayin ettiğini bildirdikten sonra, 24 Mart 809 tarihinde kırk dört yaşındayken vefat etti.

Abbasiler Emevi hanedanından sonra iş başına geçerek İslam dünyasının halifeliğini elinde tutan hanedandır.


Tarihçesi

Hz. Muhammed'in (sav) vefatından (632) sonra, İslam dünyasını Hulefa-yı Raşidin denilen dört halife ve ardından da Emeviler (661-750) yönetti. Emeviler, Ali’nin öldürülmesiyle yönetimi ele geçirmişlerdi. Emevilerin iktidardan düşüşleri de aynı biçimde kanlı oldu. Muhammed'in amcası Abbas Bin Abdülmuttalip'ın soyundan gelen Abbasiler, Emevi yönetimine karşı ayaklanarak 750'de halifeliği ve iktidarı ele geçirdiler. Bu tarihten başlayarak Abbasiler 1258'e kadar İslam dünyasının büyük bölümüne egemen oldular.


İlk Abbasi halifesi Ebu'l-Abbas’tı. 754'te oğlu Mansur onun yerine geçti. Bu iki halife döneminde orduda Türk ve İran kökenliler önemli görevler üstlendiler. Mansur, 762’de Bağdat kentini kurdurarak başkenti Şam’dan buraya taşıdı. Abbasi Devleti Mansur'un torunu Harun Reşid döneminde en geniş sınırlarına ulaştı. Harun Reşid, Binbir Gece Masalları’na konu olan görkemli saltanatını Bermeki ailesine borçluydu. Bu aileden Yahya Bermeki ve iki oğlu, vezir olarak Abbasi Devleti’ni 17 yıl boyunca fiilen yönettiler.

Harun Reşid’in oğulları Emin (809-813), Memun (813-833) ve Mutasım (833-842) babalarının politikalarını sürdürdüler. Annesi Türk olan Mutasım, Türklerden özel bir askeri güç kurmuştur, Türk unsurları yönetimde önemli görevlere getirmiştir. Daha sonra bu askeri gücün Bağdat’taki varlığı bazı huzursuzluklara neden olduğundan Samarra adıyla yeni bir kent kurdurarak devlet merkezini oraya taşıdı. 838 yılında Bizans üzerine bir sefer düzenleyen Mutasım, sınırları İznik kentinin yakınlarına kadar ilerletmiştir.


Yerine geçen oğlu Vâsık döneminde Türk emirleri askeri işlerin yanı sıra yönetsel konularda daha etkili oldular. Vâsık'ın ölümünden sonra Abbasi Devleti parçalanma sürecine girdi. Abbasi toprakları üzerinde Samaniler, Karahanlılar, Fatımiler, Tolunoğulları ve Hamdaniler gibi bağımsız devletler kuruldu.


İran'da hüküm süren Büveyhiler, 945'te Bağdat'a egemen oldular. Bundan sonra Abbasi halifeleri Büveyhilerin izniyle başta kalabildiler. Halife Kâim'in (1031-1075) çağrısı üzerine Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Tuğrul, 1031 yılında Büveyhileri Bağdat'tan çıkardı ve Abbasilere yeniden saygınlık kazandırdı.


Ne var ki Abbasiler eski askarı güçlerine ulaşamadılar ve Mustazhir dönemindeki Haçlı Seferleri karşı başarılı olamadılar. Büyük Selçuklu Devleti'nin parçalanmasıyla birlikte Abbasiler yeniden gücünü yitirdi. Cengiz Han'ın torunu Hulagu'nun yönetimindeki İlhanlılar 1258'de Bağdat'ı yakıp yıktılar, Halife Mustasım'ı ve yakaladıkları hanedan üyelerini öldürdüler. Böylece 508 yıllık Abbasi Devleti son buldu.


Halife Zâhir'in oğlu Ahmed Mısır'a kaçtı ve orada Memluk Sultanı Baybars’ın koruması altında halife ilan edildi (1261). Mısır Abbasi halifeliği, siyasal ve askeri yetkiden yoksun, yalnız dinsel otoritesi olan bir kurumdu. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim 1517'de Mısır topraklarına girerek, halifenin yetkileri ile Kutsal Emanetler’i devraldı ve Mısır Abbasi halifeliğine son verdi.

Devlet yönetimi

Abbasilerde devlet örgütlenmesi, "Divan" adı verilen ve değişik alanlarda görevler üstlenen resmi kurullara dayanıyordu. Devlet maliyesinin ana gelir kaynağı ise toprak vergisiydi. Halktan toplanan zekât da önemli bir gelir kaynağıydı. Vergi gelirlerinin büyük bölümü orduya ve bayındırlık işlerine ayrılırdı. Halife Ömer döneminde kurulan divanı geliştirdiler. Divanı, devlet yönetiminde en etkili kurum haline getirdiler.Devlet ve memleket sorunları, önce divanda görüşülerek divanın önerdiği çözümleri uygularlardı.


Abbasi Sanatı

İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. İslamlıkta her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi safların geniş tutulması istediği uyandırmış, bu nedenle kiliselerin aksine camilerde enine mekan tercih edilmiştir. Plan formunun ihtiyaçtan doğması gibi, mihrap, minber, minare türünden mimari ögeler de İslamlığın gelişmesine paralel olarak zamanla ihtiyaçtan doğmuşlardır.


Abbasilerden önceki İslam şehirciliği konusundaki bilgilerimiz çok kısıtlıdır. Bu konuda bilinen ilk örnek, 762-765 yıllarında Abbasi halifesi Mansur’un kurdurduğu Bağdad şehridir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre ilk Bağdad şehiri daire planlıydı ve iç içe iki sur duvarı dıştan bir hendekle çevrelenmişti. Şehrin dört kapısına bulundukları yöndeki komşu şehirlerin adı verilmişti. Haç planlı saray ve yanındaki cami şehrin merkezinde yer alıyordu. 766 yılında yapılan Bağdad Ulu Camii kerpic duvarlı, ahşap sütunlu ve düz damlı basit bir yapıydı. Halife Harun Reşid, 808’de yapıyı planını değiştirtmeden tuğla duvarlı olarak yeniden yaptırmıştır. Bağdat 892’de Abbasilerin başkenti olunca, artan nüfus nedeniyle camiye aynı planda ikinci bir bölüm eklenmiştir. Ancak, Bağdad şehrinin bu dönem yapılarından günümüze, ilk camiye ait basit bir mihraptan başka hiçbir şey gelmemiştir.


Abbasi şehirleri arasında Samarra’nın ayrı bir önemi vardır. Abbasilerden sonra hiç oturulmadığından üzerinde başka dönem ve kültürün izine rastlanmadığı için Abbasi şehirciliğini en katıksız biçimde yansıtır. Samarra, Dicle kenarında Bağdad’ın yakınındadır. Bağdad’ın dairesel ve düzenli planı burada yerini araziye uydurulmuş, uzun bir plana bırakmıştır. Dicle kıvrımlarına paralel olarak uzanan şehrin büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Buluntular, Abbasi cami, saray, türbe ve ev mimarisi ile zengin süsleme sanatı hakkında bilgi vermektedir. Samarra, 836 yılında Halife Mutasım tarafından abbasi hizmetindeki Türk birlikleri için “ordugah şehri” olarak kurdurulmuş, 883 yılında terkedilmiştir.


Samara Ulu Camii, öteki adıyla Mütevekkiliye Camii, İslam dünyasının en büyük cami yapılarından biridir. 150.000 kişi burada bir arada namaz kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpic kullanılan caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Camii’nde tekrarlanmış ve bir daha kullanılmamıştır.


Samarra’ın ikinci büyük camii olan Ebu Dulaf Camii, 860 yılında yapılmıştır. Kalıntılar daha gelişmiş bir mimarinin varlığını ortaya koymaktadır. Harem bölümü, kemerli duvarlarla birbirinden ayrılan neflerden oluşmuş ve üzeri düz bir çatıyla örtülmüştü.


Samarra’nın saray ve evlerinde kullanılan çeşitli süsleme arasında mermer tozu ve alçı karışımıyla yapılan “ıtuk” kabartmalar önemli bir yer tutar. Bu kabartmalarda iki farklı teknik kullanılmıştır: Dik kesim ve eğri kesim. Dik kesimde motifler yaş sıva üzerine dikine olarak oyulmakta, böylece ışık-gölge kesin çizgilerle birbirinden ayrılarak kuvvetli bir kontrast etkisi sağlanmaktadır. Eğik kesimde ise daha yumuşak bir plastik etki söz konusudur. Eğik kesim, Türklerin İslam sanatına belki de ilk katkısıdır. Bu teknik daha önceleri Orta Asya sanatında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dik kesimde daha natüralist, eğik kesimde ise daha stilize bir üslup görülür.


Abbasi halifeleri

•     Ebu'l-Abbas 750-754

•     Mansur 754-775

•     Mehdi 775-785

•     Hadi 785-786

•     Harun Reşid 786-809

•     Emin 809-813

•     Memun 813-833

•     Mutasım 833-842

•     Vâsık 842-847

•     Mütevekkil 847-861

•     Muntasır 861-862

•     Mustain 862-866

•     Mutez 866-869

•     Muhtedi 869-870

•     Mutemid 870-892

•     Mutezid 892-902

•     Muktefi 902-908

•     Muktedir 908-932

•     Kahir 932-934

•     Razi 934-940

•     Mutteki 940-944

•     Mustekfi 944-946

•     Muti 946-974

•     Taî 974-991

•     Kadir 991-1031

•     Kâim 1031-1075

•     Muktedi 1075-1094

•     Mustazhir 1094-1118

•     Musterşid 1118-1135

•     Reşid 1135-1136

•     Muktefi 1136-1160

•     Müstencid 1160-1170

•     Mustazi 1170-1180

•     Nâsır 1180-1225

•     Zâhir 1225-1226

•     Mustansır 1226-1242

•     Mustasım 1242-1258




Abbasi Hükümdarları (ABBASİLER DÖNEMİ)


Ebu’l Abbas Dönemi




Abbasi Devleti, Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın torunlarından Ebu’l Abbas tarafından 750 tarihinde kuruldu.

Abbasi hükümdarları, Emeviler gibi Arap üstünlüğüne dayalı bir devlet kurmadılar.

Ebu’l Musa, Haşimiye şehrini devlet merkezi yaptı, iç karışıklıklarla uğraştı, kanlı bir şekilde siyasi birliği sağladı.


UYARI : Ebu’l Abbas, siyasi birliği sağlarken yaptığı çalışmalar yüzünden “Seffah” (kan dökücü) lakabını almıştır.




Ebu Cafer El- Mansur Dönemi




Ebu Cafer El-Mansur, 754 yılında halife oldu.

754 yılında Abbasi Devleti’nin başkenti Bağdat’a taşındı.

751 yılında Çinlilerle Talas savaşı yapıldı.

Bu dönemde kültür hareketleri oldukça ilerledi.




Harun Reşit Dönemi




Harun Reşit, 786 yılında Abbasi Devleti’nin başına geçti.

Bu dönem Abbasilerin en parlak dönemi oldu.


UYARI : Binbir Gece Masalları’nda geçen Bağdat halifesi Harun Reşit’tir. Binbir Gece Masalları’nda özellikle bu dönemdeki İslam hazinesinin zenginliği vurgulanır.


Anadolu’ya akınlar yapıldı, İstanbul kuşatıldı fakat başarılı olunamadı.

Bu dönemde de iç isyanlar sürdü.




Me’mun Dönemi




Harun Reşit’in ölümü üzerine yerine oğlu Emin geçti.

Kısa süre sonra yerine Harun Reşit’in diğer oğlu Me’mun geçti.

Mu’tezile Mezhebi bu dönemde ortaya çıktı.

Bu dönemde Antik Çağ Yunan eserleri Arapça’ya çevrildi.


UYARI : Arap-İslam Devleti kültür ve sanat alanında dışarıdan (Helenizm’den) en çok bu dönemde etkilenmiştir.




Mu’tasım Dönemi




Me’mun’un ölümü üzerine 833 yılında kardeşi Mu’tasım halife oldu.

Bizans sınırlarında “Avasım” denilen Türk ordugahları kurdurdu.


UYARI : Avasım kentlerinin oluşturulma nedeni; İslam dünyasına karşı Bizans saldırılarını kırmaktır.


Mu’tasım’ın ölümü üzerine merkez otorite zayıfladı.


UYARI : Türkler’in sınır boylarında, yerleşim yerlerinden uzak bölgelerde Emir’ül Ümera görevi verilerek merkezden uzaklaştırılmasının ve ordugahlarda toplanmasının nedenleri savaşçı özelliklerini kaybetmelerini önlemek ve merkezde tehlike oluşturmalarını engellemekti.


Devlete bağlı Tavaif-i Mülk’ler bağımsızlıklarını ilan etti.




Abbasi Devleti’nin yıkılışı




Abbasi Devleti’nin Yıkılma Nedenleri

Abbasi Devleti, Mu’tasım’ın ölümü ile zayıfladı ve Moğollar’ın Bağdat’ı istilası ile yıkıldı.

Selçukluların yıkılması ile koruyucuları ortadan kalktı.

Şiilerin ve Emevilerin olumsuz çalışmalarından zarar gördü.

Zayıflama döneminde fetihlerin durgun geçmesi nedeniyle ekonomi zayıfladı.

Moğol Hükümdarı Hülagu’nun Bağdat’ı istilası ile Abbasi Devleti ortadan kalktı.

86

86

87

87

88

88

89-

89

90- ABBASİLER'İN SİYASİ HAYATINDA KADINLARIN ETKİSİ

132/750 senesinde Emeviler'e son verilerek kurulan Abbasî Devleti'nin İslam devletleri tarihi içerisinde özgün ve önemli bir yeri vardır. Özgünlüğü coğrafî, beşerî ve dinî karakteristiklerinden, önemi ise bu devletin ayırdedici özelliklerinin kendi çağdaşı ve halefi olan diğer müslüman devletlere de sirayet etmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Daha geniş anlamda, İslam tarihinin Cahiliye Dönemi ve Hz. Muhammed zamanından itibaren başlayan siyasi, askeri, idari, sosyal ve kültürel alanlardaki malzemesini teşkil eden gelişme ve birikimlerinin geniş coğrafyalara yayılarak benimsenmesiyle oluşmuş olan bir İslamî gelenekten söz edildiğinde, bu olgunun merkezinde Abbasîler yer almaktadır.


1500 yıla yakın bir İslam tarihi içerisinde bu denli büyük bir yere sahip bir devletin siyasi, sosyal ve kültürel karakteristiklerine kısa da olsa değinmek, işlenecek olan konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. İlk olarak, Abbasîler kendilerinden evvel aynı topraklarda aynı halk ve aynı dinî değerlere sahip bulunan Emeviler'in mirası üzerinde kurulmuştur. Dolayısıyla, Asr-ı Saadet Dönemi'nden itibaren gelişen bir İslamî devlet geleneği ile birlikte, Emeviler'in coğrafi komşuluğun da etkisiyle Bizans İmparatorluğu'ndan devşirdikleri bazı siyasi ve idari unsurlar Abbasî Devleti bünyesine geçmiş oluyordu. Yani, Abbasîler'in ilk özelliği bir "İslam imparatorluğu" oluşudur.


Her ne kadar Hz. Muhammed'in kurmuş olduğu Hilâfet makamını bünyesinde barındırıyorsa da, bu durum gerçekte sembolik değerden öte bir anlam taşımıyordu.Çünkü, hakiki anlamı ve şekliyle Hilâfet, Dört Halife Dönemi ile birlikte yani, Muâviye b. Ebî Süfyan'ın Emeviler'i kurmasıyla birlikte tarihe karışmıştı. Bunda Muâviye'nin idarecilik ve komutanlık geleneğine sahip Emevioğulları (Benî Ümeyye) kabilesine mensup olması yanında, ilk fetih hareketiyle kısa sürede büyük bir coğrafyaya yayılmış olan devletin klasik Ortaçağ imparatorluklarından farklı yapıda kalmasının zorluğu da etkili olmuştur denebilir. İşte bu ilk sırada yer verilen "İslam imparatorluğu" özelliği, Abbasî toplumunda kadının durumunu özellikle Hilâfet devleti geleneğinde olduğundan daha farklı bir boyuta taşımıştır.


Abbasîler'in ikinci önemli karakteristiği, İslam ve Bizans kültürel geleneğine ilave olarak Sasânî/İran kültürünün etkisinde kalmış olmasıdır. Emeviler'e karşı Abbasîler'in zaferi İranlılar'ın yardımıyla gerçekleştiğinden, daha sonra devletin yönetiminde İranlı hâkimiyeti görülmüştür. Ancak, bu özelliğe sahip olması da kadınların durumlarında olduğu kadar Abbasîler'in bütün sosyal gidişatında da olumsuzluk ve yozlaşmalara sebebiyet vermiştir.


Abbasîler'in üçüncü temel niteliği ise, 1/622 yılındaki "hicret" olayından sonra başlayarak 93/711 yılında İberya Yarımadası'nın fethedilmesiyle sonuçlanan ilk İslam fetihleri hareketi sayesinde geniş bir coğrafi alana yayılan ve çok farklı ırk, dil, din ve mezhebe sahip insan topluluklarına hâkim olan devletin her türlü zenginlik ve imkanlarıyla bilim, kültür ve sanat alanlarındaki gelişimi hızlandırmasıyla ilk bir asırlık dilimi içerisinde büyük bir medenî birikime sahip olmuş olmasıdır. Kendi çağının siyasi ve askeri bakımdan olduğu kadar, medeniyet seviyesi açısından da neredeyse en büyük ve en zirvede bir devleti olmayı başarmıştır. İlk ikisine oranla sadece bu özelliğiyle Abbasî Devleti, vatandaşı olan kadınlara olumlu gelişim imkanları sunabilmiştir.


Buraya kadar kısaca verilen üç temel özelliği ile Abbasîler, daha Emeviler zamanında Horasan taraflarında başlayan Türkler ile ilişkilerde siyasi ve dinî bakımdan yüzyıllarca sürecek kalıcı bir sürecin başlamasına neden olmuşlardır. Yani, Türkler'in İslamiyet'e girme ve İslamî kültürü benimsemeleri Abbasîler'in zamanında ve onların etkisiyle olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, Abbasî Devleti'nde hâkim olan her unsurun Abbasî devri ve sonrası Türk tarihi araştırmaları için de büyük öneme sahip olduğu anlaşılacaktır. Daha çok Sasânî idare geleneğinden "vezirlik", "kâtiplik", "şurta" (polis teşkilatı), "berîd" (posta teşkilatı) ve "dîvân" (bakanlıklar) gibi kurumları alarak bünyesinde hayata geçirmesiyle Abbasîler, Emeviler'e oranla daha düzenli bir devlet teşkilatına sahip olmuşlardır. Haddizatında bu olgunun, neredeyse kendi zamanlarına kadar devam edegelen fetih harekâtından sonra doğal olarak gelişen bir süreç olduğu kabul edilmelidir.


Bütün Ortaçağ devletlerinde olduğu gibi, Abbasîler'de de kadınların diğer alanlara oranla daha etkili oldukları yer, bu siyasi-idari teşkilatlardır. Halife, vezir, vali, kâtip veya hâcip (baş vezir) sıfatına sahip olmuş bir kadına kaynaklarda rastlamak mümkün olmadıysa da, bu makamlarda bulunan erkeklere hür ve câriye kadınların etkileri söz konusudur. Yani bu alanda kadınlar kendilerine doğrudan bir yeri bulamamış, ancak yöneticileri büyük etki altına alarak önemli roller üstlenmişlerdir. Bunlardan adları İslam tarihi kaynaklarında yer alanlar kısaca tanıtılarak konunun daha iyi anlaşılmasına çalışılacaktır.


Hayzüran bnt. Atâ Mevlâ Ebîhi: İran asıllı bir cariyedir. Abbasî Halifesi Mehdî, daha tahta geçmeden evvel 100 bin dirheme onu satın almış, ona özgürlüğünü vermiş ve kendisine eş yapmıştır. Evliliklerinden dünyaya gelen Hâdî ve Harun Reşîd ileride devletin büyük hükümdarlarından olacaklardır. 158/774 senesinde Mehdî tahta geçtikten sonra çok sevdiği hanımı Hayzüran'ın yönetim üzerindeki etkisi de başlamaktadır. Önemli devlet işlerinde söz sahibi olmak isteyen üst düzey yöneticiler, Hayzüran'ın kapısını artık sürekli aşındırmaya başlarlar. Yönetici atamalarında özellikle etkili olan Hayzüran, mesela Cürüş köyünde köle statüsünde bulunan erkek kardeşi Gıtrif b. Atâ'yı önce saraya yanına alır ve daha sonra hem de Yemen gibi çok önemli bir vilayete vali olarak atanmasını sağlar. Bu olay, onun halife Mehdî üzerinde ne derece etkili olduğunu gösteren çarpıcı bir örnektir. Bu gücünü o, zeki ve otoriter yapısıyla sağlamaktadır. Nitekim, kendi çocukları bile ondan çekinirler ve muhalifleri ise onu açıktan eleştiremezlerdi.


Kocası Mehdî'nin ölümünden sonra oğlu Hâdî'nin iktidarı döneminde de Hayzüran'ın perde arkası hâkimiyeti artarak sürmüştür. Bunun örneğini, Mehdî'nin öldürülmesinde parmağı olduğu ithamıyla yeni halife Hâdî tarafından öldürülmek istenen vezir Yahya b. Hâlid el-Bermekî'nin affedilmesi olayında görmek mümkündür. Vezirin affedilmesini sağlayan ise Hayzüran idi. Diğer yandan, Hayzüran'ın baskısı, halife Hâdî'yi oldukça rahatsız etmiş olsa gerek ki, annesinin yönetimdeki etkisini kırmak için büyük bir mücadeleye girer ve aralarında düşmanlık oluşur.


Hâdî'ye göre yönetim işi kadınların harcı değildir ve onlar bu işe karışmamalıdırlar. Fakat, çabaları netice vermeyince Hâdî çok öfkelenir ve annesini şöyle tehdit eder:" Eğer komutanlarımdan veya idarecilerimden herhangi birinin senin kapına geldiğini duyarsam, vallahi onun boynunu vurur mal varlığına el koyarım. Artık isteyen gelsin bakalım! Nedir bu her gün sabah akşam grup grup kapına gelip giden insanlar! Bak, seni tekrar tekrar uyarıyorum, ne Müslüman ne zimmî, kapını hiç kimseye açmayacaksın!"


Benzer bir tehdidi adamlarına da yapar. Ancak, annesiyle aralarındaki sürtüşme o dereceye varır ki, annesini zehirlemeye bile teşebbüs eder, fakat başaramaz. Hâdî'ye rağmen Hayzüran yönetimdeki aktivitesini sürdürür. 173/789 tarihinde tertiplediği bir suikast sonucu oğlu Hâdî'yi öldürtür. Yerine tahta geçen diğer oğlu Harun Reşid ile birlikte Hayzüran'ın saltanatı artarak devam eder ve öldüğünde sahip olduğu servetin yıllık gelirinin, devletin yıllık gelirinin yarısına denk gelen 160 milyon dirheme ulaştığı tespit edilir.


Zübeyde bnt. Ca'fer b. Ebî Ca'fer el-Mansur: Selsebil adlı cariye bir annenin kızıdır. 165/781 yılında halife Mehdî muhteşem bir düğünle onu oğlu Harun Reşid ile evlendirir. Aklı, güzelliği ve güzel konuşmasıyla ünlü olan Zübeyde'nin Harun Reşid yanında önemli bir yeri ve onun üzerinde büyük etkisi vardı. Bu yerini kullanarak o, bütün devlet işlerine karışır ve kaynanası Hayzüran gibi perde gerisinde gerçek bir devlet gücünü temsil ederdi. Hayzüran'a nispetle kendisini daha itibarlı kılan özelliği, halifelerin neslinden gelmesi ve Hâşimîler içinde bir halife doğuran tek kadın olmasıydı.


Zübeyde'nin siyasetteki etkisine en çarpıcı örnek, oğlu Emin'in veliaht olmasına karşı çıkan vezir Yahya ile oğlu Cafer el-Bermekî'nin Harun Reşid tarafından ailece cezalandırılmalarında katkısının olmasıdır. Zübeyde'nin çabasıyla oğlu emin önce veliaht, babasının vefat etmesiyle de halife olur. Ancak, Emin kardeşi Me'mun tarafından öldürtülünce kendisinin perde arkası iktidarı da sona erer.


Abbâse bnt. el-Mehdî: Halife Mehdî'nin kızı ve Harun Reşid ile Hâdî'nin kız kardeşi olan Abbâse, devlet yönetimi üzerinde etkisini hissettiren Abbasî kadınlarından birisiydi. Harun Reşid ona değer verir ve devlet işlerini görüştüğü meclisinde konuları ona da danışırdı. Hatta, zekası ve kültürel birikimiyle o kadar öne çıkmıştı ki, danışmanlık konusunda vezir Cafer el-Bermekî'ye eş değer bir konuma sahip olabilmişti. Abbâse'nin özel hayatıyla ilgili ilginç bir anekdot vardır. Kendisi üç evlilik yapmış ve üç kocası da kendisinden önce ölmüştü. Bu durum devrin ünlü şâiri Ebu Nüvâs'a şu şiiri söyletmişti:" Ey halife, eğer bir hâini öldürmek istersen, Abbâse ile evlendir!"


Bûrân bnt. el-Hasan b. Sehl es-Serahsî: Halife Me'mun'un hanımı ve vezir el-Hasan b. Sehl'in kızıdır. 210/825 senesinde yapılan muhteşem bir düğünle halifenin eşi olur. Düğün esnasında kendisine arzularını soran halife kocasından bazı siyasi ve dinî nitelikli isteklerde bulunur. Bunlardan ilki, bir süre önce isyan çıkardığı için idama mahkum olan İbrahim b. el-Mehdî'nin affedilmesi, ikincisi de öldürülen vezir Cafer el-Bermekî'nin annesi Attâbe'ye hac için izin verilmesiydi ki, her ikisi de halife tarafından kabul edilerek yerine getirilmişti. Bundan sonra Bûrân, Hayzüran ve Zübeyde gibi perde arkasından devlet işlerinde etkili olmuştur.


Diğerleri: Attâbe Ümmü Cafer b. Yahya el-Bermekî, Harun Reşid devrinde yöneticiler ve halk üzerinde önemli etkisi bulunan bir kadındı. 400 hizmetçiye ve büyük bir servete sahipti. Bânûka bnt. el-Mehdî, halife Mehdî'nin kızıdır. Babası yanında değeri büyüktü. Dolayısıyla, idareciler üzerinde etkili olduğu söylenebilir. Bunu, Mehdî ordusu başında Basra şehrine girerken Bânûka'nın "gulâm" (erkek hizmetçi) kılığında atlı süvari olarak Sâhibü'ş-Şürta'nın (emniyet genel müdürü) önünde geçit törenine katılması ispatlamaktadır. Uleyye bnt. el-Mehdî, halife Mehdî'nin kızıdır. Kardeşi Harun Reşid kendisine çok değer verirdi. Uleyye, edebiyata yatkın olduğu için şiir konusunda oldukça yetenekliydi. Bu özelliğiyle o, saraydaki şâirler (bir nevi zamanın medyası) üzerinde oldukça etkili olabiliyordu.


Saray içerisinde ve dolayısıyla devlet yöneticileri üzerinde etkili olmuş diğer Abbasî kadınlarından bazıları da şunlardır: Lübâbe bnt. Ali b. el-Mehdî, halife Mehdî'nin torunudur. Devletin rüşvetçi kâtipleri üzerinde etkili olan cariye Fadl, ilk halife Ebu'l-Abbas es-Seffâh'ın eşi Ümmü Seleme, Harun Reşid'in hanımlarından Emetü'l-Aziz ile Ümmü Muhammed b. Salih el-Miskîn.


Câriye Kadınların Yeri ve Etkisi

Tarihî bir realite olarak genellikle savaşlar sonucu özgürlüğünü kaybeden kadın veya kızların, Abbasî idarecileri ve zenginlerinin, hatta orta gelir düzeyindeki halkın evlerinde hizmetçi, yataklık, şarkıcı, vb. şekillerde kullanılması, daha Emeviler zamanında başlayarak yaygın bir gelenek halini almıştı. Nitekim, idareciler üzerinde daha çok etkili olabilmiş kadınlar da çoğunlukla cariye kökenli olanlardı. Kaynaklarda bunu gösteren kayıtlar pek çoktur ve idarecilerin cariyelerine olan aşklarını içermektedir.


Abbasî halifelerinin hemen hepsi cariye kökenli kadınlardan olmadır. Bu gerçek bile cariyelerin sarayda ve toplumda ne denli önemli bir yere sahip olduklarını göstermesi bakımından tek başına yeterli bir delil sayılabilir.


Abbasîler'de kadınlardan konu açıldığında ilk akla gelen şüphesiz cariyelerdir. Büyük bir coğrafyaya yayılmış ve pek çok milletleri hâkimiyeti altına almış bulunan devletin çok zengin gelir kaynaklarına sahip olduğu bilinmektedir. Bu güç ve zenginliği elinde tutan idarecilerin, halktan zengin tabaka mensupları ile birlikte önceki İslam devletlerine oranla artık çok sık yapmaya başladıkları bir alışkanlıkları olmuştu. O da bol miktarda cariye edinmek ve içkili çalgılı eğlence geceleri düzenlemek.


Arap kadınlarına göre çok daha güzel olan cariye kadınlar, Abbasî erkeklerinin gönüllerini çalıyorlar, böylece onlara istediklerini yaptırabiliyorlar ve şâirlik-şarkıcılık-dansözlük gibi özelliklerini kullanarak onları eğlence hayatına alıştırıyorlardı. Doğal olarak bu durum erkeklerin evlerindeki hür hanımlarına olan ilgilerinin azalmasına ve hür kadınların önceki zamanlara oranla değerlerinin düşmesine yol açmıştı. Bu durum ise, hür kadınların evlere kapatılmasına, sokağa çıkmasının yasaklanmasına ve toplumsal alanlardan uzaklaştırılmasına kadar varan olumsuzluklara neden olmuştu.


Sonuç olarak, Müslüman kadının sosyal hayattaki hak ve sorumluluklarından geri kalmaması gereği islamî teoride sürekli vurgulanmasına rağmen, bunun Abbasî İslam toplumundagörülen pratiğinin, İslamî prensip ve hedefler açısından olumlu değerlendirilmesi mümkün gözükmemektedir. Buna karşın, Abbasîler'in siyasi-idari hayatında kadınların (saraylı kadınlar) önemli bir nüfuz alanına sahip olduklarını söylemek mümkündür. Ancak, siyasetteki bu avantajlı durum, sosyal ve kültürel alanlarda özellikle hür kadınların aleyhine olacak büyük ve kalıcı değişimlerin yaşanmasına engel olamamıştır.