90- ABBASİLER'İN SİYASİ HAYATINDA KADINLARIN ETKİSİ

132/750 senesinde Emeviler'e son verilerek kurulan Abbasî Devleti'nin İslam devletleri tarihi içerisinde özgün ve önemli bir yeri vardır. Özgünlüğü coğrafî, beşerî ve dinî karakteristiklerinden, önemi ise bu devletin ayırdedici özelliklerinin kendi çağdaşı ve halefi olan diğer müslüman devletlere de sirayet etmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Daha geniş anlamda, İslam tarihinin Cahiliye Dönemi ve Hz. Muhammed zamanından itibaren başlayan siyasi, askeri, idari, sosyal ve kültürel alanlardaki malzemesini teşkil eden gelişme ve birikimlerinin geniş coğrafyalara yayılarak benimsenmesiyle oluşmuş olan bir İslamî gelenekten söz edildiğinde, bu olgunun merkezinde Abbasîler yer almaktadır.


1500 yıla yakın bir İslam tarihi içerisinde bu denli büyük bir yere sahip bir devletin siyasi, sosyal ve kültürel karakteristiklerine kısa da olsa değinmek, işlenecek olan konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. İlk olarak, Abbasîler kendilerinden evvel aynı topraklarda aynı halk ve aynı dinî değerlere sahip bulunan Emeviler'in mirası üzerinde kurulmuştur. Dolayısıyla, Asr-ı Saadet Dönemi'nden itibaren gelişen bir İslamî devlet geleneği ile birlikte, Emeviler'in coğrafi komşuluğun da etkisiyle Bizans İmparatorluğu'ndan devşirdikleri bazı siyasi ve idari unsurlar Abbasî Devleti bünyesine geçmiş oluyordu. Yani, Abbasîler'in ilk özelliği bir "İslam imparatorluğu" oluşudur.


Her ne kadar Hz. Muhammed'in kurmuş olduğu Hilâfet makamını bünyesinde barındırıyorsa da, bu durum gerçekte sembolik değerden öte bir anlam taşımıyordu.Çünkü, hakiki anlamı ve şekliyle Hilâfet, Dört Halife Dönemi ile birlikte yani, Muâviye b. Ebî Süfyan'ın Emeviler'i kurmasıyla birlikte tarihe karışmıştı. Bunda Muâviye'nin idarecilik ve komutanlık geleneğine sahip Emevioğulları (Benî Ümeyye) kabilesine mensup olması yanında, ilk fetih hareketiyle kısa sürede büyük bir coğrafyaya yayılmış olan devletin klasik Ortaçağ imparatorluklarından farklı yapıda kalmasının zorluğu da etkili olmuştur denebilir. İşte bu ilk sırada yer verilen "İslam imparatorluğu" özelliği, Abbasî toplumunda kadının durumunu özellikle Hilâfet devleti geleneğinde olduğundan daha farklı bir boyuta taşımıştır.


Abbasîler'in ikinci önemli karakteristiği, İslam ve Bizans kültürel geleneğine ilave olarak Sasânî/İran kültürünün etkisinde kalmış olmasıdır. Emeviler'e karşı Abbasîler'in zaferi İranlılar'ın yardımıyla gerçekleştiğinden, daha sonra devletin yönetiminde İranlı hâkimiyeti görülmüştür. Ancak, bu özelliğe sahip olması da kadınların durumlarında olduğu kadar Abbasîler'in bütün sosyal gidişatında da olumsuzluk ve yozlaşmalara sebebiyet vermiştir.


Abbasîler'in üçüncü temel niteliği ise, 1/622 yılındaki "hicret" olayından sonra başlayarak 93/711 yılında İberya Yarımadası'nın fethedilmesiyle sonuçlanan ilk İslam fetihleri hareketi sayesinde geniş bir coğrafi alana yayılan ve çok farklı ırk, dil, din ve mezhebe sahip insan topluluklarına hâkim olan devletin her türlü zenginlik ve imkanlarıyla bilim, kültür ve sanat alanlarındaki gelişimi hızlandırmasıyla ilk bir asırlık dilimi içerisinde büyük bir medenî birikime sahip olmuş olmasıdır. Kendi çağının siyasi ve askeri bakımdan olduğu kadar, medeniyet seviyesi açısından da neredeyse en büyük ve en zirvede bir devleti olmayı başarmıştır. İlk ikisine oranla sadece bu özelliğiyle Abbasî Devleti, vatandaşı olan kadınlara olumlu gelişim imkanları sunabilmiştir.


Buraya kadar kısaca verilen üç temel özelliği ile Abbasîler, daha Emeviler zamanında Horasan taraflarında başlayan Türkler ile ilişkilerde siyasi ve dinî bakımdan yüzyıllarca sürecek kalıcı bir sürecin başlamasına neden olmuşlardır. Yani, Türkler'in İslamiyet'e girme ve İslamî kültürü benimsemeleri Abbasîler'in zamanında ve onların etkisiyle olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, Abbasî Devleti'nde hâkim olan her unsurun Abbasî devri ve sonrası Türk tarihi araştırmaları için de büyük öneme sahip olduğu anlaşılacaktır. Daha çok Sasânî idare geleneğinden "vezirlik", "kâtiplik", "şurta" (polis teşkilatı), "berîd" (posta teşkilatı) ve "dîvân" (bakanlıklar) gibi kurumları alarak bünyesinde hayata geçirmesiyle Abbasîler, Emeviler'e oranla daha düzenli bir devlet teşkilatına sahip olmuşlardır. Haddizatında bu olgunun, neredeyse kendi zamanlarına kadar devam edegelen fetih harekâtından sonra doğal olarak gelişen bir süreç olduğu kabul edilmelidir.


Bütün Ortaçağ devletlerinde olduğu gibi, Abbasîler'de de kadınların diğer alanlara oranla daha etkili oldukları yer, bu siyasi-idari teşkilatlardır. Halife, vezir, vali, kâtip veya hâcip (baş vezir) sıfatına sahip olmuş bir kadına kaynaklarda rastlamak mümkün olmadıysa da, bu makamlarda bulunan erkeklere hür ve câriye kadınların etkileri söz konusudur. Yani bu alanda kadınlar kendilerine doğrudan bir yeri bulamamış, ancak yöneticileri büyük etki altına alarak önemli roller üstlenmişlerdir. Bunlardan adları İslam tarihi kaynaklarında yer alanlar kısaca tanıtılarak konunun daha iyi anlaşılmasına çalışılacaktır.


Hayzüran bnt. Atâ Mevlâ Ebîhi: İran asıllı bir cariyedir. Abbasî Halifesi Mehdî, daha tahta geçmeden evvel 100 bin dirheme onu satın almış, ona özgürlüğünü vermiş ve kendisine eş yapmıştır. Evliliklerinden dünyaya gelen Hâdî ve Harun Reşîd ileride devletin büyük hükümdarlarından olacaklardır. 158/774 senesinde Mehdî tahta geçtikten sonra çok sevdiği hanımı Hayzüran'ın yönetim üzerindeki etkisi de başlamaktadır. Önemli devlet işlerinde söz sahibi olmak isteyen üst düzey yöneticiler, Hayzüran'ın kapısını artık sürekli aşındırmaya başlarlar. Yönetici atamalarında özellikle etkili olan Hayzüran, mesela Cürüş köyünde köle statüsünde bulunan erkek kardeşi Gıtrif b. Atâ'yı önce saraya yanına alır ve daha sonra hem de Yemen gibi çok önemli bir vilayete vali olarak atanmasını sağlar. Bu olay, onun halife Mehdî üzerinde ne derece etkili olduğunu gösteren çarpıcı bir örnektir. Bu gücünü o, zeki ve otoriter yapısıyla sağlamaktadır. Nitekim, kendi çocukları bile ondan çekinirler ve muhalifleri ise onu açıktan eleştiremezlerdi.


Kocası Mehdî'nin ölümünden sonra oğlu Hâdî'nin iktidarı döneminde de Hayzüran'ın perde arkası hâkimiyeti artarak sürmüştür. Bunun örneğini, Mehdî'nin öldürülmesinde parmağı olduğu ithamıyla yeni halife Hâdî tarafından öldürülmek istenen vezir Yahya b. Hâlid el-Bermekî'nin affedilmesi olayında görmek mümkündür. Vezirin affedilmesini sağlayan ise Hayzüran idi. Diğer yandan, Hayzüran'ın baskısı, halife Hâdî'yi oldukça rahatsız etmiş olsa gerek ki, annesinin yönetimdeki etkisini kırmak için büyük bir mücadeleye girer ve aralarında düşmanlık oluşur.


Hâdî'ye göre yönetim işi kadınların harcı değildir ve onlar bu işe karışmamalıdırlar. Fakat, çabaları netice vermeyince Hâdî çok öfkelenir ve annesini şöyle tehdit eder:" Eğer komutanlarımdan veya idarecilerimden herhangi birinin senin kapına geldiğini duyarsam, vallahi onun boynunu vurur mal varlığına el koyarım. Artık isteyen gelsin bakalım! Nedir bu her gün sabah akşam grup grup kapına gelip giden insanlar! Bak, seni tekrar tekrar uyarıyorum, ne Müslüman ne zimmî, kapını hiç kimseye açmayacaksın!"


Benzer bir tehdidi adamlarına da yapar. Ancak, annesiyle aralarındaki sürtüşme o dereceye varır ki, annesini zehirlemeye bile teşebbüs eder, fakat başaramaz. Hâdî'ye rağmen Hayzüran yönetimdeki aktivitesini sürdürür. 173/789 tarihinde tertiplediği bir suikast sonucu oğlu Hâdî'yi öldürtür. Yerine tahta geçen diğer oğlu Harun Reşid ile birlikte Hayzüran'ın saltanatı artarak devam eder ve öldüğünde sahip olduğu servetin yıllık gelirinin, devletin yıllık gelirinin yarısına denk gelen 160 milyon dirheme ulaştığı tespit edilir.


Zübeyde bnt. Ca'fer b. Ebî Ca'fer el-Mansur: Selsebil adlı cariye bir annenin kızıdır. 165/781 yılında halife Mehdî muhteşem bir düğünle onu oğlu Harun Reşid ile evlendirir. Aklı, güzelliği ve güzel konuşmasıyla ünlü olan Zübeyde'nin Harun Reşid yanında önemli bir yeri ve onun üzerinde büyük etkisi vardı. Bu yerini kullanarak o, bütün devlet işlerine karışır ve kaynanası Hayzüran gibi perde gerisinde gerçek bir devlet gücünü temsil ederdi. Hayzüran'a nispetle kendisini daha itibarlı kılan özelliği, halifelerin neslinden gelmesi ve Hâşimîler içinde bir halife doğuran tek kadın olmasıydı.


Zübeyde'nin siyasetteki etkisine en çarpıcı örnek, oğlu Emin'in veliaht olmasına karşı çıkan vezir Yahya ile oğlu Cafer el-Bermekî'nin Harun Reşid tarafından ailece cezalandırılmalarında katkısının olmasıdır. Zübeyde'nin çabasıyla oğlu emin önce veliaht, babasının vefat etmesiyle de halife olur. Ancak, Emin kardeşi Me'mun tarafından öldürtülünce kendisinin perde arkası iktidarı da sona erer.


Abbâse bnt. el-Mehdî: Halife Mehdî'nin kızı ve Harun Reşid ile Hâdî'nin kız kardeşi olan Abbâse, devlet yönetimi üzerinde etkisini hissettiren Abbasî kadınlarından birisiydi. Harun Reşid ona değer verir ve devlet işlerini görüştüğü meclisinde konuları ona da danışırdı. Hatta, zekası ve kültürel birikimiyle o kadar öne çıkmıştı ki, danışmanlık konusunda vezir Cafer el-Bermekî'ye eş değer bir konuma sahip olabilmişti. Abbâse'nin özel hayatıyla ilgili ilginç bir anekdot vardır. Kendisi üç evlilik yapmış ve üç kocası da kendisinden önce ölmüştü. Bu durum devrin ünlü şâiri Ebu Nüvâs'a şu şiiri söyletmişti:" Ey halife, eğer bir hâini öldürmek istersen, Abbâse ile evlendir!"


Bûrân bnt. el-Hasan b. Sehl es-Serahsî: Halife Me'mun'un hanımı ve vezir el-Hasan b. Sehl'in kızıdır. 210/825 senesinde yapılan muhteşem bir düğünle halifenin eşi olur. Düğün esnasında kendisine arzularını soran halife kocasından bazı siyasi ve dinî nitelikli isteklerde bulunur. Bunlardan ilki, bir süre önce isyan çıkardığı için idama mahkum olan İbrahim b. el-Mehdî'nin affedilmesi, ikincisi de öldürülen vezir Cafer el-Bermekî'nin annesi Attâbe'ye hac için izin verilmesiydi ki, her ikisi de halife tarafından kabul edilerek yerine getirilmişti. Bundan sonra Bûrân, Hayzüran ve Zübeyde gibi perde arkasından devlet işlerinde etkili olmuştur.


Diğerleri: Attâbe Ümmü Cafer b. Yahya el-Bermekî, Harun Reşid devrinde yöneticiler ve halk üzerinde önemli etkisi bulunan bir kadındı. 400 hizmetçiye ve büyük bir servete sahipti. Bânûka bnt. el-Mehdî, halife Mehdî'nin kızıdır. Babası yanında değeri büyüktü. Dolayısıyla, idareciler üzerinde etkili olduğu söylenebilir. Bunu, Mehdî ordusu başında Basra şehrine girerken Bânûka'nın "gulâm" (erkek hizmetçi) kılığında atlı süvari olarak Sâhibü'ş-Şürta'nın (emniyet genel müdürü) önünde geçit törenine katılması ispatlamaktadır. Uleyye bnt. el-Mehdî, halife Mehdî'nin kızıdır. Kardeşi Harun Reşid kendisine çok değer verirdi. Uleyye, edebiyata yatkın olduğu için şiir konusunda oldukça yetenekliydi. Bu özelliğiyle o, saraydaki şâirler (bir nevi zamanın medyası) üzerinde oldukça etkili olabiliyordu.


Saray içerisinde ve dolayısıyla devlet yöneticileri üzerinde etkili olmuş diğer Abbasî kadınlarından bazıları da şunlardır: Lübâbe bnt. Ali b. el-Mehdî, halife Mehdî'nin torunudur. Devletin rüşvetçi kâtipleri üzerinde etkili olan cariye Fadl, ilk halife Ebu'l-Abbas es-Seffâh'ın eşi Ümmü Seleme, Harun Reşid'in hanımlarından Emetü'l-Aziz ile Ümmü Muhammed b. Salih el-Miskîn.


Câriye Kadınların Yeri ve Etkisi

Tarihî bir realite olarak genellikle savaşlar sonucu özgürlüğünü kaybeden kadın veya kızların, Abbasî idarecileri ve zenginlerinin, hatta orta gelir düzeyindeki halkın evlerinde hizmetçi, yataklık, şarkıcı, vb. şekillerde kullanılması, daha Emeviler zamanında başlayarak yaygın bir gelenek halini almıştı. Nitekim, idareciler üzerinde daha çok etkili olabilmiş kadınlar da çoğunlukla cariye kökenli olanlardı. Kaynaklarda bunu gösteren kayıtlar pek çoktur ve idarecilerin cariyelerine olan aşklarını içermektedir.


Abbasî halifelerinin hemen hepsi cariye kökenli kadınlardan olmadır. Bu gerçek bile cariyelerin sarayda ve toplumda ne denli önemli bir yere sahip olduklarını göstermesi bakımından tek başına yeterli bir delil sayılabilir.


Abbasîler'de kadınlardan konu açıldığında ilk akla gelen şüphesiz cariyelerdir. Büyük bir coğrafyaya yayılmış ve pek çok milletleri hâkimiyeti altına almış bulunan devletin çok zengin gelir kaynaklarına sahip olduğu bilinmektedir. Bu güç ve zenginliği elinde tutan idarecilerin, halktan zengin tabaka mensupları ile birlikte önceki İslam devletlerine oranla artık çok sık yapmaya başladıkları bir alışkanlıkları olmuştu. O da bol miktarda cariye edinmek ve içkili çalgılı eğlence geceleri düzenlemek.


Arap kadınlarına göre çok daha güzel olan cariye kadınlar, Abbasî erkeklerinin gönüllerini çalıyorlar, böylece onlara istediklerini yaptırabiliyorlar ve şâirlik-şarkıcılık-dansözlük gibi özelliklerini kullanarak onları eğlence hayatına alıştırıyorlardı. Doğal olarak bu durum erkeklerin evlerindeki hür hanımlarına olan ilgilerinin azalmasına ve hür kadınların önceki zamanlara oranla değerlerinin düşmesine yol açmıştı. Bu durum ise, hür kadınların evlere kapatılmasına, sokağa çıkmasının yasaklanmasına ve toplumsal alanlardan uzaklaştırılmasına kadar varan olumsuzluklara neden olmuştu.


Sonuç olarak, Müslüman kadının sosyal hayattaki hak ve sorumluluklarından geri kalmaması gereği islamî teoride sürekli vurgulanmasına rağmen, bunun Abbasî İslam toplumundagörülen pratiğinin, İslamî prensip ve hedefler açısından olumlu değerlendirilmesi mümkün gözükmemektedir. Buna karşın, Abbasîler'in siyasi-idari hayatında kadınların (saraylı kadınlar) önemli bir nüfuz alanına sahip olduklarını söylemek mümkündür. Ancak, siyasetteki bu avantajlı durum, sosyal ve kültürel alanlarda özellikle hür kadınların aleyhine olacak büyük ve kalıcı değişimlerin yaşanmasına engel olamamıştır.

Hiç yorum yok: